17 Mayıs 2011 Salı

İlk tatil: Güney Afrikaaaa!

‘CAUSE THIS IS AFRICA!
Güney Afrika... Hep gitmeyi hayal ettiğim bir ülkeydi...
Asıl hedef, sevgilimin Güney Afrika’lı 2 arkadaşının düğününe katılmaktı. Fırsat bu fırsat, ülkeyi de gezelim dedik, ve bir Cumartesi gece yarısı yola koyulduk... 1 haftanın içine birçok şey sığdırmak istediğimiz için tam 6 kez uçak yolculuğu (2 kez pırpır olmak üzere...) yaptık.
Bu aynı zamanda bizim ilk tatilimiz olacaktı.. İçki masası ve tatilde derler... Tatilde ayrılan birçok arkadaşım var nitekim... Bu sınavı başarıyla geçersek Türkiye’ye dönüp bir kahveye girip “herkese benden çay!” demek istiyordum J
İlk durak İstanbul’dan Johannesburg’e gitmek oldu. Buradaki güvenlik sorunu sebebi ve şehrin pek iç açıcı olmadığını öğrenmemiz üzerine Johannesburg’u tamamen aktarma şehri olarak kullandık. Yaklaşık 10 saat süren yolculuğun ardından, 45 dakikalık bir pırpır’a bindik... Bir nevi minibus... Nerdeyse arkadan “bir Makalali uzatır mısınız” diye para uzatacaklar... veya pilot kabininden (kabin diyorum ama içim gerçekten elvermiyor...) ibrahim tatlıses ezgileri gelecek... hatta o motor aniden dursa, kimse neden durdu diye sormayacak... Yol boyunca, uçaktan zaten yeterince korkan ben,  uçak bir hava boşluğuna girse de biraz heyecan yapsak diye düşünen, sevgili adını verdiğim zırdelinin kolunu sıkmaktan parmaklarımı incittim, dudaklarımı ısırmaktan dudaklarımı kanattım...
Fakat uçak sonrası bir minibusle geldiğimiz cennet ve romantizm dolu oda bana herşeyi unutturdu...  Makalali, game resort adını verdikleri, bir nevi safari tatil köyü. Sabah 6’da safariye yola çıkılıyor, kahvaltı için dönüş yapılıyor. Sonra öğle yemeği için tekrar toplanılıyor; ve akşamüzeri tekrar safari’ye çıkılıyor. Güneş batarken içkileri yudumlamak için araba durduruluyor, ve sonrasında akşam yemeği için geri dönüş yapılıyor. Muhteşem bir akşam menüsü ilekarşılaşıyorsunuz, yakılan ateş etrafında yemeğinizi yiyor ve gelen çiftlerle sohbet ediyorsunuz, ve yorgunluktan bezdiğiniz için, evet tamamen bu sebepten dolayı, odanıza çok da geç olmadan dönüyorsunuz... J
İlk gün gider gitmez çılgıncasına yağan bir yağmur eşliğinde ilk safarimizi yaptık... O kadar yağmur yağıyordu ve gözlerimizi o kadar açamıyorduk ve o kadar donuyorduk ki, arkada ikimiz gülme krizine tutulduk J Hmmm söylenmiyor, akışına bırakıp işi komikliğe vuruyor, benim gibi J
Resort ve haliyle kamplar tamamen ormanın içinde. Dolayısıyla odalardan yemek yenen alana, ve hatta arabaya kadar bile güvenlik eşlik ediyor, nitekim biz odamızdan saf saf çıktığımız bir gün bir anda 3 adet gergedan ile karşılaştık... Selamün aleyküm dedik geçtik hiç bozuntuya vermeden J
Yediğimiz muhteşem yemekler, gördüğümüz çeşit çeşit hayvanlar, aldığımız oksijen ve yaptığımız güzel sohbetler sonrasında... Artık Cape Town’a geçmeye hazırdık...
Cape Town... İstanbul’a rakip şehir.. otelde bizi karşılayan muhteşem zenci teyzem.. adını bilmiyorum, kısaca mama diyorum.. bizi nasıl karşıladığını gördükten sonra sabah akşam her gördüğümüzde ona sarıldık... Sevgilimin insanlara çok sıcakkanlı yaklaşmasına hayran oldum. Ben çok daha az güvenerek insanlarla ilişki kurup sonra yakınlaşanlardanım.  O da kime güvenilmesi gerektiğini anlayıp sadece o kişilere çok yakınlaşanlardan..
Ve düğün... Kaç arkadaşıyla tanıştım, kaç kez kahkaha attım, hatırlamıyorum... Ayağımın sakatlığından çok hareket edemesem de, inanılmaz eğlendim, harika vakit geçirdim...  Sadece 1 kez görüşmüş olmamıza rağmen bugün hala konuşuyoruz bazılarıyla.
                                                                              
Sonuç: Herrrrkese benden çayy! J
P.S: Sevgilim evden çıkmadan önce, yatağın üstüne yanına alacağı tüm eşyaları, dairesel dalgalar halinde diziyor. Önem sırasına göre, merkezde cep telefonu, ve herbir katmanda sırasıyla kemer, cüzdan, çorap, saat, ...vs gibi (Bkz Sekil 1-a). Uzaktan baktığınızda, çapı belli dairesel mükemmel halkalarla karşı karşıya kalıyorsunuz. Endişelenmeli miyim?:)
                                                                         Sekil 1-a



 
İlk Beraber Tatil

Katar’da çalışmam, bana hayatta en çok sevdiğim ve saygı duyduğum bazı arkadaşlarımı kazandırdı. Daha önce 15 yıl yurtdışında yaşamış olmama rağmen, çölün ortasındaki 21. yüzyıl gökdelenlerinde, 16. yüzyılı yaşamak beni ilk kez gurbette hissettirdi. İş bilmeyen Avustralyalı ve Alman yöneticilerimiz ve ilaç almak için bile eczanenin önüne arabayla gidip, korna çalarak eczacının 50 derecede dışarı çıkıp kendisine hizmet etmesini bekleyen Katar’lılarla, evlerimizde yaptığımız yemeklerde, Katar’ın tek alkol satan dükkanından aldığımız litrelerce şarap, bira ve başka içkiyi paylaşırken dalga geçmemiz, birbirimize destek olmamız, hayatımda beraber çalıştığım en kaliteli profesyoneller olan bu Güney Afrikalı, Sri Lankalı, İngiliz, Yeni Zelandalı, Amerikalı arkadaşlarımla beni çok yakınlaştırmıştı. Çoğumuz, Katar’dan ayrılıp, kendi ülkelerimize veya çalıştığımız firmanın merkezi olan İngiltere’ye gitmiştik. Ben, firmanın Türkiye ofisine gelmiş, 1,5 sene boyunca iş için fedakarlıklar yaparak orda çalışmış ve sonra firmadan ayrılmıştım. Ayrılırken de, bir daha iş yüzünden sevdiğim insanların mutlu günlerini kaçırmamak için kendime söz vermiştim.
Katar’daki bu en yakın arkadaşlarımdan ikisi Güney Afrikalı bir çiftti. Erkek, bizim firmada çalışan, hayatımda tanıdığım en akıllı, işini bilen ve komik insanlardan biriydi. Tam bir etoburdu ve yaptığım yemeklerde hep ikinci tabağı istemesi beni çok mutlu ederdi. Biyolog olan eşi de tanıdığım en komik ve harbi kadınlardan biriydi. Erkeğe Katar’dan iş teklifi geldiğinde, uzun süredir beraberlermiş ama evli değillermiş. Güney Afrika-Katar arası bir ilişkinin yürümeyeceğinden korkup, Katar’a beraber gelmeye karar vermişler. Ama tabii yurtdışından gelen her bekar kadına fahişe gözüyle bakılan ve vize ya verilmeyen ya da sadece ona iş veren firmanın aracılığıyla verilen ülkeye kızın girmesi neredeyse olanaksızmış. Bunun üzerine apar topar, düğün yapmadan evlenmiş ve çölün ortasında, tepesinde kapalı havuzu olan binamıza gelmişler.
Bu arkadaşlarım, evlendikten 3 sene sonra Güney Afrika’da bir düğün yapmaya karar vermiş ve beni de davet etmişlerdi. Düşünmeden kabul etmiştim. Onları ve diğer Katarzedeleri görecek olmam yeterli nedendi aslında. Ama bir neden daha vardı: Katar’a gitmeden 2 ay önce bir arkadaşımı ziyaret ve tatil için Güney Afrika’ya gitmiş ve ülkeye ve insanlarına aşık olmuştum. Tatilden sonra sürekli taciz ettiğim headhunter en sonunda bana siyah olmadığım için Güney Afrika’da bana iş bulmasının neredeyse olanaksız olduğunu söylemişti. Güney Afrika’yı tekrar görecek olmam İskender’in üzerine tereyağıydı!
Bir kaç ay sonra kızarkadaşımla çıkmaya başladık. Onun da benimle gelmesini istedim ve kabul etti. Hem en sevdiğim ülkelerden birine beraber gideceğimiz hem de en yakın bazı arkadaşlarımla tanışacağı için çok mutlu ve heyecanlıydım. Bakalım o da Güney Afrika’yı sevecek miydi? Arkadaşlarımla anlaşabilecek miydi? Arkadaşlarım onun hakkında ne düşünecekti? 1 hafta boyunca her anımızı beraber geçireceğimiz tatilimiz sırasında hiçbir arıza çıkaracak mıydı?
Haftalarca girişemediğimiz tatili planlama işini en sonunda bir seyahat acentesine vermeye karar verdik. Sonunda seyahat acentelerinin değerini anlamıştım. Ama onlar da beceremedi. En sonunda oturup bütün uçakları, otel rezervasyonlarını biz hallettik. Düğün, Cape Town’a 1,5 saat uzakta küçük bir kasabadaydı. Düğün dışında gitmeye değer bir yer değildi. O yüzden orada sadece bir gece geçirecektik. Cape Town’da ve etrafında çok güzel yerler görmüştüm ve buraları kızarkadaşıma da göstermek istiyordum. O yüzden Cape Town’da bir kaç gece geçirmemiz gerekiyordu. Güney Afrika’ya ilk gittiğimde, özel bir parkta kalıp, Güney Afrika’nın ‘Büyük 5’ini de görmüştüm. Kızarkadaşımın da kesinlikle görmesini istiyordum.  Ama benim gittiğim yer Johannesburg’e yakındı ve oraya gitmek 4 uçak yolculuğu daha yapmamız demekti. Seyahat acentemiz Cape Town yakınında bir park önermişti ama Internet’ten gördüğüm fotoğraflara bakılırsa orası benim gittiğim yer kadar güzel değildi. Ayrıca Güney Afrikalı arkadaşlarım da güneydeki parklarda kuzeydekiler kadar çok hayvan olmadığını söylemişlerdi. Böyle özel bir gezide her şeyin olabildiğince iyi olmasını istediğim için, 4 ek uçak yolculuğuna değeceğini düşünüp, benim daha önce gidip, ‘Keşke buraya kızarkadaşımla gelebilseydim’ dediğim parka gitmeye karar verdik. Düğünün olacağı kasabada kalacağımız bed & breakfast’ı da kızarkadaşım seçti. Çok güzel görünüyordu.
Tabii bol bol, benim ilk kez Güney Afrika’ya gittiğimde aklıma gelen sorulardan gelmeye başladı:
-          Sıtma aşısı yaptırmamız gerekmiyor mu? Bir doktor arkadaşım kesin yaptırmamı söyledi.
-          Bebeğim, Cape Town’a giderken sıtma aşısı yaptırmak, Amsterdam’a giderken sıtma aşısı yaptırmakla aynı şey.
-          Ama sadece Cape Town’da kalmayacağız ki, doğal parkın ortasında hayvan peşinde de dolaşacağız.
-          Aşkımın tomurcuğu, o parktaki odalar 5 yıldızlı otel kıvamında... (Ama kızı sıtma etmeyeceğimizden emin olalım... Haritadan baktım. Orası çok düşük riskli bölge. Parka da sordum, onlar da aynısını söyledi. Zaten geçen sefer ben motorsikletle Botswana, Zambia’ya falan da gitmeyi planladığım için Türkiye’de sıtma aşısı yaptırmak istemiştim ve yaptıracak yer bulamamıştım.)
Başak burcu olduğum için uçuştan 3 saat önce havaalanındayız. Güzel, şikayet etmiyor. Sonunda uçağa bindik... de niye benim sol elime kan gitmiyor? Ha bebeğim kolumu sıkıyormuş. Ne? Uçaktan korkuyor mu? 10 saatlik uçuş!!!
Jo’burg’e indik. Biraz zaman geçirip, bizi parka yakın havaalanına götürecek olan uçağa bindik. Ne? Pervaneli uçak mı?! Artık bir saat sonra indiğimizde benim moraran elimi kesmek zorunda kalırız herhalde!
Parka geldik. Kabinimize girdik. Oh, aşkım da çok beğendi! Hemen bir çay servisinden sonra üstü açık Land Rover’la parkta hayvan peşinde dolaşmaya çıkıyoruz. Şansa bak, gergedanları bulduk bile! Ama bir dakika, yağmur mu başladı? Ne yağmuru, kötü bir Türk filminin yağmur sahnesi gibi birisi üzerimize kesin itfaiye arabasından su fışkırtıyor! Ama bu kadar yol gelmişiz, kabine dönüp, açık küvette yıkanıp, 4 yanından tüller inen yatağımızda yatacak değiliz ya? A! Filleeerrr!!! Bebeğimin Amerika’daki yeğeni de bizden fil istemişti! Ama fotoğraf çekemiyoruz ki; makinayı çantadan ve bize verdikleri parkanın altından bir çıkarsak anında bozulur. Neyse, parka geldikten 1 saat sonra fil gördüğümüze göre, nasılsa sonra gene görürüz. Zaten koca fil. Bunu bulamayacaklarsa neyi bulacaklar? Bu kadar yağmura rağmen aşkım hiç şikayet etmiyor. Umarım daha tatilin ilk gününden hasta olmayız. İyi ki 1 haftadır ikimizin de her gün vitamin ve ekinezya tableti almamızı sağlamışım. ‘Artık kampa dönsek mi?’ Oh be! 8 kişinin arasında bu soruyu soran kimdi hatırlamıyorum ama hepimiz anında anlaştık!
Akşam yemeği, şarap, kampa gelmiş olabilecek hayvanlara karşı tedbir olarak yemek yediğimiz yerden kabinimize kamp görevlisiyle yürüyüş, güzel odamızda, uzaktan gelen ulumalar eşliğinde uyku...
Ertesi sabah hava güzel. Hatta bayağı ısınıyor. Kahvaltıya yürürken, bu gün göreceğimiz 100 örümcekten ilkini gördük. Elimin yarısı kadar, turuncu-siyah, gövdesi ve bacakları hiç de duşta görüp üzerine su tuttuğunda akıp giden İstanbul örümcekleri gibi değil. Yaratığın ağı da altın rengi ve üzerine yapışınca tek parça kalkıyor. Aşkım bunlardan da şikayet etmiyor. Süper!
Kamptan çıkalı 10 dakika olmadı ama telsizle hemen yakınımızda bir aslan olduğunu öğrendik! Resmen meç yaptırmış, fön çektirmiş hayvan! Nasıl bir güzelliktir bu? Bugün kardeşini elektrikli çit boyunca arayan bir çita, sırtlan, su aygırı, su içerken bir timsahın öldürdüğü bir zebra, bir çok geyik türü, yaban domuzları, şebekler, bir çok hayvan gördük. Zebra ve zürafa zaten gırla. Ama fil yok yaaa!.. Gün batımında durup, arabadan inip, Afrika toprağına basıp, rüzgarını hissederek içkilerimizi de içtik. Ben çok mutluyum. Galiba sevgilim de mutlu...
Bu sabah son sabahımız. Artık gitmeden şu fillerin fotoğrafını çekmek istiyoruz. Dağ tepe fil izi sürdük. Ama nasıl bir günse, New York’ta her parkta görebileceğimiz sincaplardan çok daha ilginç bir hayvan pek göremedik. Pardon yeğen...
Artık Cape Town zamanı. Havaalanından sağdan direksiyonlu arabamızı aldık. Neyse ki GPS ve onu anlayan kızarkadaşım yanımda. Yoksa ben bir township’de kaybolmuş, yeni arkadaşlar edinmiştim. Burda kalacağımız bed and breakfast çok şirin görünüyor. Ev sahibemiz de inanılmaz tatlı. Şişman bir zenci kadın. Dünyayı ısıtan bir kahkahası var. Bizi çocukları gibi kucakladı. Bebeğim de onu ve kaldığımız yeri sevdi. İnsanlarla böyle uyumlu olmasını seviyorum. Kolay beğenmesini seviyorum.
Sabah arabayla Ümit Burnu’na iniyoruz. Yolda eşsiz güzellikler var. Geçen sefer görüp, emekliliğimi geçirmeye karar verdiğim Simon’s Town’da durduk. Okyanusun yanında yürüdük. Fotoğraf çektik. Bir cafeye oturduk. Sokakta şarkılar söyleyen amatör grubu dinledik. Böyle basit şeylerden benim gibi zevk alan birisini bulmuş olmak ne büyük şans. Ümit Burnu, Atlantik ve Hint okyanuslarının kesişme noktası, tepeden bakınca nasıl etkileyici! Afrika kıtasının en güneyi. Öpüşmek için gezegenin önemli noktalarından biri... Güney Afrika nasıl bir yerse, açık havada, gayet modern bir yer olan restaurantımızda yemek yerken yanımızdan geçen ve İstanbul’da görsem günümü berbat edecek olan bir fare, orada bana şirin görünüyor ve yemeğimi yemeye devam ediyorum. İşin en güzel tarafı sevgilimden de bir çığlık, şikayet falan yok.
Pansiyonumuza dönerken, Camps Bay’den geçiyoruz. California’da çok sevdiğim Laguna Beach’i hatırlatıyor bana.
-          Akşam yemeğimizi burda yiyelim mi?
-          Olur.
Tam kaldırımın yanında, dışardaki masamıza oturduk. Menüye bakıyoruz.
-          N’abeeer?!
Katar’dan Amerikalı 2 arkadaşım! Onlar da düğün için buradalar. Yolda yürürken bizi görmüşler. Yemek yiyecek bir yer bakıyorlar. Biraz konuştuk. Normalde hemen masaya davet ederim. Ama biliyorum, aşkım emrivakilerden hoşlanmıyor. Onu da kapsayan kararlar verilince ona danışmamı istiyor. Ama arkadaşlarıma ayıp oluyor. Kız, ben Katar’a gittikten daha 5 gün sonra beni evindeki Şükran Günü yemeğine davet etmişti. Ayrıca ikisi de daha  6 ay önce 40. doğumgünüm için kalkıp Katar’dan Türkiye’ye geldi. Onlar da normalde benim davet edeceğimi bildikleri için, muhabbet uzadıkça ve davet gelmedikçe garipsediler. Bir şey söylemem gerek:
-          Yemekten sonra buluşup hep beraber bir içki içelim mi?
Tamamdır. Anlaştık. İyi hallettim bu işi... mi?
Kızarkadaşımın yüzü düştü. Sessizlik hakim...
-          Ne oldu?
-          Bir şey yok.
-          Var. Nedir?
-          Emrivaki yaptın. Bana sormadın. Onlar gittikten sonra bana sorup, onları telefonla arayabilirdin. Ben otele dönebilirim sen onlarla olmak istiyorsan...
Evet, hayatımda en sevdiğim ülkelerden birine senle gelmek istedim çünkü zamanımı senle geçirmek istemiyorum... Ooofff! Ben istediği an istediğini yapan bir adamdım ya... Şimdi düşünceli davrandığımı sandığım zamanlarda bile hatalı çıkıyorum...
Tatsız, konuşmasız bir yemek... Arkadaşlarıma başım ağrıyor dedim. Düğünde görüşeceğiz. Arabada sessiz bir şekilde pansiyona dönüş... Gergin bir uyku... Sabah, yeni tanışmış iki kişi gibi mesafeliyiz... Cape Town’u dolaşıyoruz ama... Bir yere oturup bir şeyler içerken tartıştık. Gene gerginiz. Ama yürürken  sonunda elele tutuşuyoruz ve boşveriyoruz bu anlamsızlığı... Akvaryum ve ziyaret eden küçücük çocuklar muhteşem. Yelkenli turunda bizi tavlamaya çalışan Lübnan asıllı Güney Afrikalı misyoner peder bile bana tatlı geliyor gene... Akşam yemeğimizi başbaşa, dünya tatlısı garsonumuzun tavsiyelerine uyarak yiyoruz. Çok güzel bir gece...
Düğünün olacağı kasabada, aşkımın seçtiği bed and breakfast’a geldik. Süper bir yer. Kocaman bir Güney Afrikalı beyaz kadın işletiyor. Doktormuş. Zamanında Orta Doğu’da da çalışmış.
-          Alkol içiyor musunuz?
diye soruyor. Kendi üzümlerinden yapılmış bir şişe köpüklü şarap veriyor bize...
Düğünde arkadaşlarım bebeğimi çok sevdi. Ayağı sakatlıktan yeni çıkıyor olduğu için o pek dans edemedi ama ben bayağı ettim. Ama o da masada oturup somurtmadı. Daha çok barın üstünde oturup, ordan danslara eşlik etti, shot falan yaptı. Hep benle uğraşan Yeni Zelandalı arkadaşımla onları bir süre yalnız bıraktım. Hataydı galiba. Kanka oldular. Artık benle uğraşan bir ittifak var.
Bugünlerde, Pazar sabahı kahvelerimizi ben üzerinde Güney Afrika bayrağı olan, o da Cape Town yazan kupalarımızdan içiyoruz.